ŞURA SURESİ
Bismillahirrahmanirrahim
1. Ha mım
2. Ayn sın kaf
3. Kezalike yuhıy ileyke ve ilellezıne min kablikellahül azızül hakım
4. Lehu ma fis semavati ve ma fil ard ve hüvel aliyyül azıym
5. Tekadüs semavatü yetefettarne min fevkıhinne vel melaiketü yüsebbihüne bi hamdi rabbihim ve yestağfirune li men fil ard e la innellahe hüvel ğafurur rahıym
6. Vellezınettehazu min dunihı evliyaellahü hafızun aleyhim ve ma ente aleyhim bi vekıl
7. Ve kezalike evhayna ileyke kur'anen arabiyyel li tünzira ümmel kura ve men havleha ve tünzira yevmel cem'ı la raybe fıl ferıkun fil cenneti ve ferıkun fis seıyr
8. Ve lev şaellahü le cealehüm ümmetev vahıdetev ve lakiy yüdhılü mey yeşaü fı rahmetih vezzalimune ma lehüm miv veliyyiv ve la nesıyr
9. Emittehazu min dunihı evliya' fellahü hüvel veliyyü ve hüve yuhyil mevta ve hüve ala külli şey'in kadır
10. Ve mahteleftüm fıhi min şey'in fe hukmühu ilellah zalikümüllahü rabbı aleyhi tevekkeltü ve ileyhi ünıb
11. Fatırus semavati vel ard ceale leküm min enfüsiküm ezvacev ve minel en'ami ezvaca yezraüküm fıh leyse ke mislihı şey' ve hüves semıul besıyr
12. Lehu mekalıdüs semavati vel ard yebsütur riska li mey yeşaü ve yakdir innehu bikülli şey'in alım
13. Şeraa leküm mined dıni ma vessa bihı nuhav vellezı evhayna ileyke ve ma vessayna bihı ibrahıme ve musa ve ıysa en ekıymüd dıne ve la teteferraku fıh kebüra alel müşrikıne ma ted'uhüm ileyh allahü yectebı ileyhi mey yeşaü ve yehdı ileyhi mey yünıb
14. Ve ma teferraku illa mim ba'di ma caehümül ılmü bağyem beynehüm ve lev la kelimetün sebkat mir rabbike ila ecelim müsemmel le kudiye beynehüm ve lev la kelimetün sebekat mir rabbike ila ecelim müsemmel le kudıye beynehüm ve innellezıne urisül kitabe mim ba'dihim lefı şekkim minhü mürıb
15. Fe li zalike fed'u vestekım kema ümirt ve la tettebı' ehvaehüm ve kul amentü bima enzelellahü min kitab ve ümirtü li a'dile beyneküm allahü rabbüna ve rabbüküm lena a'malüna ve leküm a'malüküm la huccete beynena ve beyneküm allahü yecmeu beynena ve ileyhil mesıyr
16. Vellezıne yühaccune fillahi mim ba'di mestücıbe lehu huccetühüm dahıdatün ınde rabbihim ve aleyhim ğadabüv ve lehüm azabün şedıd
17. Allahüllezı enzelel kitabe bil hakkı vel mızan ve ma yüdrıke lealles saate karıb
18. Yesta'cilü bihellezıne la yü'minune biha vellezıne amenu müşfikune minha ve ya'lemune ennehel hakk e la innellezıne yümarune fis saati lefı dalalim beıyd
19. Allahü latıyfüm bi ıbadihı yerzüku mey yeşa' ve hüvel kaviyyül azız
20. Men kane yürıdü harsel ahırati nezid lehü fı harsih ve men kane yürıdü harsed dünya nü'tihı minha ve ma lehu fil ahırati min nesıyb
21. Em lehüm şürakaü şerau lehüm mined dıni ma lem ye'zem bihillah ve lev la kelimetül fasli le kudıye beynehüm ve innez zalimıne lehüm azabün elım
22. Teraz zalimıne müşfikıyne mimma kesebu ve hüve vakıum bihim vellezıne amenu ve amilus salihati fı ravdatil cennat lehüm ma yeşaune ınde rabbihim zalike hüvel fadlüll kebır
23. Zalikellezı yübbeşşirullahü ıbadehullezıne amenu ve amilus salihat kul la es'elüküm aleyhi ecran illel mevededdete fil kurba ve mey yakterif haseneten nezid lehu fıha husna innellahe ğafurun şekur
24. Em yekuluneftera alellahi keziba fe iy yeşeillahü yahtim ala kalbik ve yemhullahül batıle ve yühıkkul hakka bi kelimatih innehu alımüm bizatis sudur
25. Ve hüvellezı yakbelüt tevbete an ıbadihı ve ya'fu anis seyyiati ve ya'lemü ma tefalun
26. Ve yestecıbüllezıne amenu ve amilu salihati ve yezıdühüm min fadlih vel kafirune lehüm azabün şedıd
27. Ve lev besetallahür rizka li ıbadihı le beğav fil erdı ve lakiy yünezzilü bi kaderim ma yeşa' innehu bi ıbadihı habırum besıyr
28. Ve hüvellezı yünezzilül ğayse mim ba'di ma kanetu ve yenşuru rahmeteh ve hüvel veliyyül hamıd
29. Ve min ayatihı halkus semavati vel erdı ve ma besse fıhima min dabbeh ve hüve ala cem'ıhim iza yeşaü kadır
30. Ve ma esabeküm mim müsıybetin fe bima kesebet eydıküm ve ya'fu an kesır
31. Ve ma entüm bi mu'cizıne fil ard ve ma leküm min dunillahi miv veliyyiv ve la nasıyr
32. Ve min ayatihil cevari fil bahri kel a'lam
33. İy yeşe'yüskinir rıha fe yazlelne ravakide ala zahril inne fı zalike le ayatil li külli sabbarin şekur
34. Ev yubıkhünne bima kesebu ve ya'fü an kesır
35. Ve ya'lemellezıne yücadilune fı ayatina ma lehüm mim mehıys
36. Fe ma utıtüm min şey'in fe metaul hayatid odünya ve ma ındellahi hayruv ve ebka lillezıe amenu ve ala rabbihim yetevekkelun
37. Vellezıne yectenibune kebairal ismi vel fevahışe ve iza ma ğadıbu hüm yağfirun
38. Vellezınestecabu li rabbihim ve ekamus salate ve emruhüm şura beynehüm ve mimma razaknahüm yünfikun
39. Vellezine iza esabehümül bağyü hüm yentesırun
40. Ve cezaü seyyietin seyyietüm mislüha fe men afa ve asleha fe ecruhu alellah innehu la yühıbbüz zalimın
41. Ve lemenintesara ba'de zulmihı fe ülaike ma aleyhim min sebıl
42. İnnemes sebılü alellezıne yazlimunen nase ve yebğune fil erdı bi ğayril hakk ülaike lehüm azabıün elım
43. Ve le men sabera ve ğafera inne zalike le min azmil ümur
44. Ve mey yudlililahü fe ma lehu miv veliyyim mim ba'dih ve teraz zalimıne lemma raevül azabe yekulune hel ila meraddim min sebıl
45. Ve terahüm yu'radune aleyha haşiıyne minez zülli yenzurune min tarfin hafiyy ve kalellezıne amenu innel hasirınellezıne hasiru enfüsehüm ve ehlıhim yevmel kıyameh e la innez zalimıne fı azabim mükıym
46. Ve ma kane lehüm min evliyae yensurunehüm min dunillah ve mey yudlilillahü fe ma lehu min sebıl
47. İstecıbu li rabbiküm min kabli ey ye'tiye yevmül la meradde lehu minellah ma leküm mim melceiy yevmeiziv ve ma leküm min nekır
48. Fe in a'radu fema erselnake aleyhim hafıza in aleyke illel belağ ve inna iza ezaknel insane minna rahmetenk feriha biha ve in tüsıbhüm seyyietüm bima kaddemet eydıhim fe innel insane kefur
49. Lillahi mülküs semavati vel ard yahlüku ma yeşa' yehebü li mey yeşaü inasev ve yehebü li mey yeşaüz zükur
50. Ev yüzevvicühüm zükranev ve inasa ve yec'alü mey yeşaü akıyma innehu alımün kadır
51. Ve ma kane li beşerin ey yükellimehüllahü illa vahyen ev miv verai hıcabin ev yurile rasulen fe yuhıye bi iznihı ma yeşa' innehu aliyyün hakım
52. Ve kezalike evhayna ileyke ruham min emrina ma künte tedrı mel kitabü ve lel ımanü ve lakin cealnahü nuran nehdı bihı men neşaü min ıbadina ve inneke le tehdı ila sıratım müstekıym
53. Sıratıllahıllezı lehu ma fis semavati ve ma fil ard e la ilellahi tesıyrul ümur
MEALİ
42 – ŞÃ›R SÛRESİ
Mekke'de nazil olmuş olup 53 âyettir. Adını, 38. âyette geçen ve toplum yönetiminde pek önemli olan şurâ kavramından almıştır. Bu surenin hedefi, bütün hak peygamberlerin İslâm dinini tebliğ ettiklerini bildirmek ve bu dinin karşısına çıkanları uyarmaktır. Müminleri ise cennetle müjdelemektir. Sure Kur'ân vahyine işaret ederek başladığı gibi, yine aynı konu hakkında tafsilat vererek sona ermektedir.
Bismillâhirrahmânirrahîm.
1-2 – Hâ, Mîm. Ayn, Sîn, Kâf.
3 – (O üstün kudret, tam hüküm ve hikmet sahibi) azîz ve hakîm olan Allah, böylece sana da, senden önceki resullere de buyruklarını vahyeder.
Vahy: Asıl muhatabı dışında kimsenin anlayamayacağı derecede mesela, bir elektrik akımının geçmesi gibi gizli ve hızlı işaretle bildirme anlamınadır.
4 – Göklerde ve yerde ne varsa O'nundur. O, yüceler yücesidir, pek büyüktür.
5 – Öyle ki neredeyse gökler üstlerinden yarılacaklar.
Melekler Rab'lerini överek tenzih ve takdis eder ve yerde bulunanlar için mağfiret dilerler.
İyi bilin ki, gafur ve rahîm O'dur (affı, merhamet ve ihsanı pek boldur). [40,7]
Allah engin merhametiyle yoldan çıkmış, isyankâr, Kendisini bile inkâr eden müşriklere yıllarca mühlet verir, rızıklarını vermeye devam eder. O kadar ki onlar neredeyse bu dünyanın bir sahibi olmadığını zannetmeye bile giderler.
6 – Allah'tan b
aşka bir takım hâmiler (veliler) edinenlere gelince, Allah onları daima gözetleyip kontrol etmektedir, sen onlar üzerinde yönetici değilsin.
Kur'ân-ı Kerimde velî kelimesi hamî, koruyucu, idareci, ilah, dost, yardımcı gibi anlamlarda kullanılmıştır. a-Bir şahıs, b
aşkasının koyduğu kanunlara ve hükümlere uyarsa onu veli edinmiş sayılır [4,119; 7,30] b-Bir şahıs, birinin yol gösterdiğine inanıp, öbür yolların yanlışlığını düşünürse onu veli edinmiştir [2,257; 17,97] c-Bir kimse, kötülüklerini gözardı ederek, bir b
aşkasının âhirette kendisini kurtaracağına inanırsa onu veli edinmiş olur. [6,51; 29,22] d-Bir şahsın, kendisine mal ve evlat vereceğine ve diğer ihtiyaçlarını gidereceğine inanırsa onu veli edinmiştir [11,20; 13,16].
7 – Böylece sana Arapça bir Kur'ân vahyettik ki sen Anakent olan Mekke ile bütün etrafını uyarıp irşad edesin ve gerçekleşeceğinde hiç şüphe olmayan mahşer günündeki büyük buluşmayı haber veresin.
O ne müthiş manzara: Bir kısım cennette... bir kısım cehennemde! [64,9; 11,103-105]
8 – Eğer Allah dileseydi bütün insanları, aynı dine bağlı, tek ümmet yapardı.
Ama O, insanların hak etmelerine göre dilediği kimseyi rahmetine dâhil eder, Zalimlerin ise ne hâmileri, ne de yardımcıları vardır.
9 – Gerçek bu iken, bilakis onlar Allah'tan b
aşka birtakım hâmiler edindiler. Olacak iş midir bu! Hâmi ancak Allah'tır, ölüleri diriltecek de O'dur ve O her şeye kadirdir.
10 – Hangi hususta ihtilaf ederseniz bilin ki O'nun hükmü, Allah'a aittir. İşte Rabbim olan Allah budur. Ben de yalnız O'na dayanır ve güvenir, O'na yönelip gönül veririm. [4,59]
11 – O gökleri ve yeri yoktan yaratandır.
Size kendi nefislerinizden eşler yarattığı gibi davarlara da eşler yarattı. O, bu düzen içinde sizi üretiyor.
Onun benzeri hiçbir şey yoktur. O, her şeyi hakkıyla işitir ve bilir.
Bu âyet, Allah'ın sıfatları konusunda muhkem bir âyettir. Aynı konuda bir çok müteşabih âyet de vardır. Zira Kur'ân-ı Kerîm'in üslubuna müşahhas anlatım metodu hâkimdir. Müteşabih âyetlerin zahirleri ilk anda, Allah'ın bazı sıfat, isim ve fiillerini yaratıklardaki kavramlarla ifade ettiğinden, bir benzerlik hatıra gelebilir. İşte bu benzetmeyi gidermek için o müteşabih âyetler bu gibi muhkem âyetlerin ışığında incelenir. Böylece Allah'ın zat, sıfat ve fiillerinde hiçbir yaratığa benzemediği kesinlikle anlaşılır.
12 – Göklerin ve yerin hazinelerinin anahtarları O'nun yanındadır.
Dilediğinin nasibini bollaştırır, dilediği kimsenin nasibini daraltır. Çünkü O, her şeyi bildiği gibi her duruma en uygun olanı da bilir.
13 – O, 'Dini doğru anlayıp hükümlerini uygulayın ve o hususta tefrikaya düşmeyin†diye, din esasları olarak Nuh'a emrettiğini, hem sana vahyettiğimizi, keza İbrâhim'e, Musâ'ya, Ãsâ'ya emrettiğimizi sizin için de din kıldı.
Senin insanları dâvet ettiğin esaslar, müşriklere çok ağır gelmektedir.
Halbuki Allah dilediği kullarını bu din için seçer ve gönülden Kendine yöneleni ona hidâyet eder. [33,7; 5,48]
14 – Geçmiş ümmetler, ancak kendilerine buna (tefrikanın haram olduğuna) dair bilgi ulaştıktan sonra, sırf aralarındaki ihtiras ve haset yüzünden, bölündüler.
Daha önce Rabbin tarafından yürürlüğe konulan vaad, yani cezayı belirli süreye, kıyamete kadar erteleme sözü olmasaydı, onların işleri çoktan bitmişti bile.
Ehl-i kitaptan sonra kitaba vâris kılınanlar (Mekke müşrikleri) onun hakkında derin bir şüphe içindedirler.
15 – Onun için sen durma, hakka dâvet et ve sana emredildiği tarzda dosdoğru ol, sakın onların keyiflerine uyma ve şöyle de:
'Allah hangi kitabı indirmişse ben ona inandım.
Hem bana, aranızda adaletle hükmetmem emri verildi.
Allah bizim de sizin de Rabbinizdir.
Bizim işlerimizin sorumluluğu bize, sizinkilerinki ise size aittir.
Bizimle sizin aranızda bir tartışma sebebi yoktur.
Allah hepimizi bir arada toplayacaktır.
Hepimiz de O'nun huzuruna götürüleceğiz.†[10,41]
16 – İnsanların çoğu dine dâveti kabul edip girdikten sonra,
Allah'ın dini hakkında hâlâ, ileri geri tartışanların itirazları, Rab'leri yanında boştur.
Onlara büyük bir gazap ve şiddetli bir azap vardır.
İtirazları boştur; zira ne naklî, ne aklî; ne teorik ne pratik hiçbir tutamakları yoktur. İlmî ve amelî açıdan güzelliği ve haklılığı ortada olan hak ve istikamet karşısında yapılan münakaşa, sırf bir haksızlık ilanından ibaret kalır.
17 – Allah hakkı bildirip ikame etmek için kitabı ve adalet ölçüsünü indirmiştir.
Hep gerçeği bildiren o kitabın bildirdiği kıyamet, ne bilirsin, belki de yakın olabilir? [57,25; 55,7-9]
Bu âyet Kur'ân, kâinat mizanı (dengesi) ve kıyamet arasında tam bir irtibat bulunduğunu gösterir. Kur'ân dünya dengesini en güzel şekilde kurmayı öğreten bir kitaptır. Hayatın gidişatını iyi inceleyen kimse, dünyanın da bir sonu olup ebedî bir hayatın başlamasını bildiren kıyametin geleceğini anlar. Fakat inanmayan kâfirler acele gelmesini isterken, müminler sabırla, tayin edilen vakti gözler, hatta onun dehşetinden endişe ederler.
18 – Kıyamet saatinin gelmesini acele ile isteyenler, ona inanmayanlardır.
Müminler ise O'nun gerçekten vaki olacağını bilir ve ondan kaçınırlar.
Kıyamet hakkında münakaşa edenler, haktan ve gerçekten çok uzak, derin bir sapıklık içindedirler.
19 – Allah kullarına büyük lütuf sahibidir.
Dilediği her kulunu, bir türlü rızıklandırır. O, pek kuvvetlidir, üstün kudret sahibidir. [11,6]
20 – Kim âhiret mahsülü isterse, onun ürünlerini fazla fazla artırırız.
Kim de sırf dünya menfaati isterse ona da ondan veririz, ama âhirette onun hiç nasibi olmaz. [17,21; 2,201]
21 – Yoksa Yüce Allah'ın izin vermediği birtakım şeyleri kendilerine din diye kabul ettirmek isteyen putları mı var?
Şayet Allah'ın cezayı ertelemeye dair hükmü olmasaydı işleri çoktan bitirilmişti.
Zalimlere elbette gayet acı bir azap vardır.
22 – Büyük duruşma günü zalimlerin, kendi yaptıkları işlerden bucak bucak uzak durup, korkudan titrediklerini görürsün.
Hâlbuki çare yok, onların cezası tepelerinin üstünde durmaktadır.
İman edip makbul işler işleyenler ise, cennet bahçelerindedirler. Rab'leri yanında, cennette, istedikleri ne varsa kendilerine verilecektir.
İşte bu da pek büyük bir lütuftur.
23 – İşte bu, Allah'ın iman edip makbul ve güzel işler yapan kullarına verdiği mutluluk müjdesidir. De ki: Ben bu risalet ve irşad hizmetinden ötürü, sizden akrabalık sevgisinden b
aşka beklediğim hiçbir karşılık yoktur.
İşte kim böyle bir sevgi olsun, b
aşka iyi işler olsun gerçekleştirirse, Biz de onun o iyiliğinin sevap ve mükâfatını kat kat artırırız. Çünkü Allah gafurdur, şekurdur (çok affedicidir, kullarının az işlerini fazlasıyla ödüllendirir). [4,40]
Buradaki akrabalık sevgisi şu şekillerde olabilir: 1.Hz. Peygambere (a.s.) şöyle demesi emrediliyor: 'Sizden hiçbir ücret istemiyorum, sadece size olan akrabalığım sebebiyle, bu yakınlığın hukukunu gözetmenizi, bundan ötürü, bana bir sevgi göstermenizi temenni ediyorum.†2.'Sizden sadece benim en yakın akrabalarıma (Ali, Fâtıma ve evlatlarına) sevgi beslemenizi istiyorum.†3.Allah'a güzel davranışlarla yaklaşmayı arzu etmenizi istiyorum.†Bu son mâna hem daha genel, hem de âyetin öncesine ve sonrasına daha uygundur.
24 – Yoksa senin hakkında: 'Allah adına yalan uydurduâ€mu diyorlar? (Bunun gerçekle hiçbir ilgisi olamaz. Zira buna ancak kalbi mühürlü bazı beyinsizler cür'et edebilir).
Halbuki Allah dilerse senin kalbini mühürler. Allah batılı imha eder, hakkı ise indirdiği kitapla kuvvetlendirir. Gerçekten O, kalblerin içinde ne varsa bilir. [69,40-47]
25 – O'dur ki kullarının tövbesini kabul eder, günahlarını affeder. Hem sizin bütün yaptıklarınızı da bilir.
26 – Hem iman edip makbul ve güzel işler yapanların dualarına karşılık verir, hatta lütuf ve ihsanından onların ödüllerini artırır. Kâfirlere ise şiddetli bir azap vardır.
27 – Eğer Allah kullarına rızık ve imkânları bol bol yaysaydı, onlar dünyada azarlardı.
Lâkin O, bu imkânları dilediği bir ölçüye göre indirir. Çünkü O kullarından haberdar olup onların bütün yaptıklarını ve yapacaklarını görmektedir.
Toplumun bütün fertlerini üretimde olduğu gibi tüketimde de eşit hale getirme hayali peşinde koşmanın tutunduğu 2. dünya savaşı sonrası Avrupasında dini inkâr eden J.P. Sartre, kendisi gibi münkir bir Sovyet yazarının şu tesbitini, benimseyerek nakletmiştir. Bu âyet-i kerimenin ihtiva ettiği gerçeğe, en aykırı bir tarafın tesbiti olması itibariyle onu nakletmekte fayda görüyorum: 'Refah, herkese şamil olunca, işte o zaman insanlığın trajedisi, yani sonu başlayacaktır†(H. Rousseau, Les Religions, s. 9-10.) Demek ki, Allah'ın bu dünyayı ve insanlığı yönetmesinin hikmetli ve pek isabetli olduğunu, gerçeği görmesini bilen herkes ikrar etmek zorundadır.
28 – O'dur ki insanlar artık ümitlerini kestikten sonra yağmur indirir, rahmetini her tarafa yayar. O, gerçek dost ve hâmidir, bütün övgülere ve hamdlere lâyıktır.
29 – Göklerin ve yerin yaratılması ve oralarda bütün canlıları yaratıp üretmesi, O'nun kudretinin ve hikmetinin delillerindendir. O elbette dilediği zaman onları mahşerde toplamaya da kadirdir.
30 – Başınıza gelen her musîbet, işlediğiniz günahlar (ihmal ve kusurlarınız) sebebiyledir, hatta Allah günahlarınızın çoğunu da affeder. [35,45; 4,79]
Bu hitap günahkârlaradır. Fakat gösterecekleri sabır sayesinde yüksek derecelere ulaştırılmak gibi sebeplerle, günahkâr olmayanların başlarına gelen musîbetler de yok değildir.
Müminlere gelen sıkıntılar, onlar için keffarettir. Allah'ın dinine hizmet için çalışan kimsenin çektiği sıkıntılar ise, onun sadece günahlarına keffaret olmakla kalmayıp aynı zamanda Allah katındaki derecesinin de yükselmesine vesiledir. Dolayısıyla öyle bir zatın, günahlarının cezasını ödediğini düşünmek çok yanlıştır.
31 – Siz, kaçmakla Allah'ın cezasından kendinizi kurtaramazsınız. Sizin Allah'tan b
aşka ne haminiz, ne de yardımcınız yoktur.
32-35 – Denizlerde dağlar gibi akıp giden gemiler de O'nun kudretinin ve hikmetinin delillerindendir. Eğer O dilerse rüzgârı durdurur, gemiler de denizin üstünde durakalır. Elbette bunda sabrı ve şükrü bol olanlar için alacak ibretler vardır.
Yahut işledikleri günahlar sebebiyle o gemileri batırır, günahların birçoğunu da affeder.
Böyle yapmasının bir sebebi de, âyetlerimiz hakkında tartışanların kaçacak bir yerleri olmadığını onlara bildirmektir.
Kureyşliler ticaret amacıyla Hind okyanusuna, Afrika'nın sahil ülkelerine gemilerle yolculuk yapıyor, Kızıl Deniz'den geçiyorlardı.
36 – Size verilen ne varsa hep dünya hayatının geçici metâıdır. Allah'ın yanında, âhirette olan nimetler ise iman edenler ve Rab'lerine güvenenler için hem daha değerli, hem de devamlıdır.
37 – Onlar öyle kimselerdir ki büyük günahlardan ve hayasız çirkin işlerden kaçınırlar, kızdıkları zaman öfkelerini yutar, karşıdakinin kusurlarını affederler. [3,134]
38 – Onlar öyle kimselerdir ki Rab'lerinin çağrısına kulak verip, namazı hakkıyla ifa ederler.
İşlerini istişare ile yürütürler, kendilerine nasib ettiğimiz imkânlardan hayırlı işlerde sarf ederler [3,159]
İstişare şunlardan dolayı gereklidir: 1.Eğer bir mesele iki veya daha fazla kişiyi ilgilendirdiği halde, o konuda bir kişi karar verirse, diğerlerine haksızlık edilmiş olur. 2.Müşterek işlerde bir kimse tek başına karar vermek istiyorsa bu, ya kendi çıkarını gözetmesinden, ya da kendisini öbür kişilerden üstün görmesinden ileri gelir. Her iki durum da geçerli olamaz. 3.Müşterek işler hakkında karar vermek büyük sorumluluktur. Âhirette hesap vereceğine inanan hiç kimse, bu yükü tek başına yüklenmemelidir.
Hz. Peygamber (a.s.) ashabı ile istişare ettiği gibi, ondan sonra ashab da bunu yapmıştır. Mesela: halife seçimi, mürtedlerle savaş, şarap içenlere verilecek ceza, Irak arazisinin durumu gibi birçok konuda müşavere yapmışlardır.
39 – Onlar o kimselerdir ki zulme mâruz kaldıklarında yardımlaşıp haklarını alırlar. {KM, Çıkış 32,26-29; Luka 19,27}
40 – Ama unutmayın ki haksızlığın karşılığı, yapılan haksızlık kadar olabilir, fazlası helâl olmaz.
Bununla beraber kim affeder, haksızlık edenle arasını düzeltirse onun da mükâfatı artık Allah'a yaraşan tarzda olur.
Şu kesindir ki Allah zalimleri sevmez. [2,194; 16,126]
41 – Kim zulme uğradıktan sonra hakkını alırsa, bunlara hiç bir sorumluluk yoktur.
42 – Sorumlu olanlar, ancak insanlara zulmedenler ve ülkede haksız yere b
aşkalarının hukukuna saldıranlardır.
İşte böylelerinin hakkı gayet acı bir azaptır.
43 – Her kim dişini sıkarak sabr eder ve kusurları affederse,
işte onun bu hareketi, ancak büyüklere yaraşan örnek alınacak davranışlardandır.
44 – Allah kimi şaşırtırsa, artık ondan sonra kendisini koruyacak hiçbir hâmi bulunamaz.
O zalimlerin azabı görünce, imanlı itaatli kul olmak için 'Acaba geri dönme imkânı var mıdır?†dediklerini görürsün. [18,17; 6,27-28]
45 – Onları uğradıkları zilletten dolayı boyunları bükük, yürekleri titrer vaziyette cehennemin önüne getirildiklerinde, korkudan, sadece göz ucuyla ateşe baktıklarını fark edersin.
Müminler ise (bu manzara karşısında): 'En büyük kayba uğrayanlar, hem kendilerini hem de ailelerini kıyamet gününde hüsrana sürükleyenlerdir.†derler.
İyi bilin ki zalimler devamlı bir azap içindedirler.
46 – Kendilerine, Allah'tan b
aşka yardım edecek dostları da yoktur artık.
Allah kimi şaşırtırsa artık onun için hiçbir kurtuluş yolu yoktur.
47 – Allah tarafından gelecek ve geri çevrilmesi mümkün olmayacak olan gün gelmeden önce
Rabbinizin çağrısını kabul edip O'na dönün. Yoksa o gün ne sığınacak bir delik bulabilirsiniz, ne de yaptıklarınızı inkâra bir çare! [75, 10-12]
Âyetin son cümlesi şu anlamlara gelebilir: 1.Yaptığınız kötülükleri inkâr edemeyeceksiniz. 2.Kimlik değiştirmek suretiyle ortadan kaybolamazsınız. 3.Karşısında bulunduğunuz şeye kızamayacaksınız. 4.Bu durumdan kendinizi kurtarmanıza imkân yoktur.
48 – Eğer bu çağrıya sırtlarını dönerlerse, hoş biz de seni üzerlerine bekçi göndermedik ya! Senin görevin sadece tebliğdir.
Biz insana tarafımızdan bir nimet tattırırsak o ferahlar, şımarır. Ama başlarına, yine kendi işledikleri hatalar sebebiyle bir sıkıntı gelirse insan hemen nankörleşir. [2,272; 13,40]
49-50 – Göklerin ve yerin hâkimiyeti Allah'ındır. O dilediğini yaratır.
Dilediğine kız evlat, dilediğine erkek evlat verir, yahut kızlı oğlanlı olarak her iki cinsten karma yapar. Dilediğini de kısır bırakır.
O her şeyi mükemmel bilir, dilediği her şeye kadirdir.
51 – Allah bir insana ancak vahiy yoluyla veya bir perde arkasından hitab eder, yahut ona Kendi izniyle dilediğini vahyedecek bir elçi gönderir.
Çünkü O yüceler yücesidir, tam hüküm ve hikmet sahibidir.
52 – İşte böylece sana da emrimizden bir ruh vahyettik. Hâlbuki sen daha önce kitap nedir, iman nedir bilmezdin. Lâkin Biz onu, kullarımızdan dilediklerimize doğru yolu gösteren bir nur kıldık.
Sen gerçekten insanlara doğru yolu gösterirsin. [41,44; 4,174]
53 – Yani göklerde ve yerde bulunan her şeyin sahibi olan Allah'ın yolunu gösterirsin. İyi bilin ki bütün işler eninde sonunda Allah'a döner, kararlar O'ndan çıkar