Sana bu mektubu bir gece yarısında yazıyorum
azadlığın zirvesinde sohbete dalmış yıldızlar
Zühre bir şarkı tutturmuş babil'den kalan
zavallı dünya habersiz, zavallı dünya sağır
bir harut'la marut, bir de ben dinliyorum
derken kayıp gidiyor yıldızlardan birisi
bir intikam fişeği gibi saplanıyor karanlığın karnına
senin namına yıldızları kıskanıyorum
kim bilir kaç ışık yılı uzakta
öfkeyle kollarını çemriyor yalancı fecir
imanım gibi biliyorum vakit asılmak vaktidir
ve taksim gazinolarında trahomlu şairler
mısra arıyorlar masaların altında
kanını içiyorlar bilmeden cennet atlarının
ben yurdumun en sert tütününden
bir sigara sarıyorum
dumanı ciğerlerime değil, iliklerime çekiyorum
ne kadar ürkek ceylan varsa Asya çöllerinde
Domaniç yaylasında ne kadar dizginsiz at
başlıyorlar koşmaya kılcal damarlarımda
sıcak solukları yalarken alnımı
toynaklarını hissediyorum alyuvarlarımda…
****
Sana bu mektubu evimin balkonunda yazıyorum
sağ elimi koyuyorum tam yüreğimin üstüne
Çankaya yokuşunda söylediğimiz marşı duyuyorum
ulu kayalar parçalanıyor beynimin bir yerinde
bir yerinde demirden dağlar eriyor
atlas yelkenli gemileri unutmuş bir kaç levent
viski kokulu bulvarlarda yavaş yavaş ölüyor
istediğin o seccadeyi hemen gönderiyorum
üstünde Kâbe resmi ve anamın duaları var
ve bildiğin sebeplerden ben gelemiyorum
yine biliyorsun ki sevmedim ülküden b
aşkasını
başı dumanlı dağları, dolunayı, ufukları
bir de Çankaya yokuşunda rüzgara tutulmuş saçlarını
önce Allah, sonra genlerim şahit
sevgimi üç bin yıl sonra doğacak torunuma yolluyorum
trahomlu şairler doğruluyorlar masaların altından
parmakları fahişelerin karanlık saçlarında
benim kalemimden kan değil, süt damlıyor
geceler boyu böyle geleceği emziriyorum
kahrolayım sevmedim ülküden b
aşkasını
bir de seni çok seviyorum.