?????? ????? ??????????? ??????????
????? ????? ???????? ???? ?????????????? ???????????? ??????????????? ??????? ?????? ??????????
1
NEFİS VE MALINI Cenâb-ı Hakka satmak ve Ona abd olmak ve asker olmak ne kadar kârlı bir ticaret, ne kadar şerefli bir rütbe olduğunu anlamak istersen, şu temsîlî hikâyeciği dinle:
Bir zaman bir padişah, raiyetinden iki adama, herbirisine emaneten birer çiftlik verir ki, içinde fabrika, makine, at, silâh gibi herşey var. Fakat fırtınalı bir muharebe zamanı olduğundan hiçbir şey kararında kalmaz; ya mahvolur veya tebeddül eder, gider. Padişah, o iki nefere, kemâl-i merhametinden, bir yaver-i ekremini gönderdi. Gayet merhametkâr bir ferman ile onlara diyordu:
'Elinizde olan emanetimi bana satınız; ta sizin için muhafaza edeyim, beyhude zayi olmasın. Hem muharebe bittikten sonra size daha güzel bir surette iade edeceğim. Hem güya o emanet malınızdır; pek büyük bir fiyat size vereceğim. Hem o makine ve fabrikadaki aletler benim namımla ve benim destgâhımda işlettirilecek; hem fiyatı, hem ücretleri birden bine yükselecek. Bütün o kârı size vereceğim. Hem de siz, âciz ve fakirsiniz. O koca işlerin masârifâtını tedarik edemezsiniz. Bütün masarifatı ve levâzımatı, ben deruhte ederim. Bütün varidatı ve menfaatı size vereceğim. Hem de terhisat zamanına kadar elinizde bırakacağım. İşte beş mertebe kâr içinde kâr!
'Eğer bana satmazsanız, zaten görüyorsunuz ki, hiç kimse elindekini muhafaza edemiyor. Herkes gibi elinizden çıkacak. Hem beyhude gidecek; hem o yüksek fiyattan mahrum kalacaksınız. Hem o nazik, kıymettar aletler, mizanlar, istimal edilecek şahane madenler ve işler bulmadığından, bütün bütün kıymetten düşecekler. Hem idare ve muhafaza zahmeti ve külfeti başınıza kalacak. Hem emanette hıyanet cezasını göreceksiniz. İşte beş derece hasâret içinde hasâret!
'Hem de bana satmak ise, bana asker olup benim namımla tasarruf etmek demektir. Adi bir esir ve başıbozuğa bedel, âli bir padişahın has, serbest bir yaver i askeri olursunuz.â€
Onlar şu iltifatı ve fermanı dinledikten sonra, o iki adamdan aklı başında olanı dedi: 'Başüstüne! Ben maaliftihar satarım, hem bin teşekkür ederim.â€
Diğeri mağrur, nefsi firavunlaşmış, hodbin, ayyaş, güya ebedî o çiftlikte kalacak gibi dünya zelzele ve dağdağalarından haberi yok, dedi: 'Yok yok, padişah kimdir? Ben mülkümü satmam, keyfimi bozmam.â€
Biraz zaman sonra birinci adam öyle bir mertebeye çıktı ki, herkes haline gıpta ederdi. Padişahın lutfuna mazhar olmuş; has sarayında saadetle yaşıyor. Diğeri öyle bir hale giriftar olmuş ki, herkes ona acıyor, hem 'Müstehak!†diyor. Çünkü hatasının neticesi olarak, hem saadeti ve mülkü gitmiş, hem ceza ve azap çekiyor.
İşte, ey nefs-i pürheves! Şu misalin dürbünüyle hakikatin yüzüne bak. Amma o padişah ise, Ezel-Ebed Sultanı olan Rabbin, Hâlıkındır. Ve o çiftlikler, makineler, aletler, mîzanlar ise, senin daire-i hayatın içindeki mâmelekin ve o mâmelekin içindeki cisim, ruh ve kalbin ve onlar içindeki göz ve dil, akıl ve hayal gibi zahirî ve batınî hasselerindir. Ve o yaver-i ekrem ise, Resul-i Kerîmdir. Ve o ferman-ı ahkem ise, Kur'ân-ı Hakîmdir ki, bahsinde bulunduğumuz ticaret-i azîmeyi şu âyetle ilân ediyor:
????? ????? ???????? ???? ?????????????? ???????????? ??????????????? ??????? ?????? ??????????
2
Ve o dalgalı muharebe meydanı ise, şu fırtınalı dünya yüzüdür ki, durmuyor, dönüyor, bozuluyor ve her insanın aklına şu fikri veriyor: 'Madem herşey elimizden çıkacak, fânî olup kaybolacak. Acaba bâkîye tebdil edip ibkà etmek çaresi yok mu?†deyip düşünürken, birden semâvî sadâ-yı Kur'ân işitiliyor. Der:
'Evet, var. Hem beş mertebe kârlı bir surette, güzel ve rahat bir çaresi var.â€
Sual : Nedir?
Elcevap: Emaneti sahib-i hakikîsine satmak. İşte o satışta beş derece kâr içinde kâr var.
Birinci kâr: Fânî mal bekà bulur. Çünkü Kayyum-u Bâkî olan Zât-ı Zülcelâle verilen ve Onun yolunda sarf edilen şu ömr-ü zâil, bâkîye inkılâb eder, bâkî meyveler verir. O vakit ömür dakikaları, adeta tohumlar, çekirdekler hükmünde, zahiren fena bulur, çürür; fakat âlem-i bekà da saadet çiçekleri açarlar ve sünbüllenirler ve âlem-i berzahta ziyâdâr, munis birer manzara olurlar.
İkinci kâr: Cennet gibi bir fiyat veriliyor.
Üçüncü kâr: Her âzâ ve hasselerin kıymeti birden bine çıkar. Meselâ akıl bir alettir. Eğer Cenâb-ı Hakka satmayıp belki nefis hesabına çalıştırsan, öyle meş'um ve müz'iç ve muacciz bir alet olur ki, geçmiş zamanın âlâm-ı hazinanesini ve gelecek zamanın ehvâl-i muhavvifanesini senin bu biçare başına yükletecek; yümünsüz ve muzır bir alet derekesine iner. İşte bunun içindir ki, fâsık adam, aklın iz'aç ve tacizinden kurtulmak için, galiben ya sarhoşluğa veya eğlenceye kaçar. Eğer Mâlik-i Hakikîsine satılsa ve Onun hesabına çalıştırsan, akıl öyle tılsımlı bir anahtar olur ki, şu kâinatta olan nihayetsiz rahmet hazinelerini ve hikmet definelerini açar. Ve bununla sahibini saadet-i ebediyeye müheyya eden bir mürşid-i Rabbânî derecesine çıkar.
Meselâ göz bir hassedir ki, ruh bu âlemi o pencere ile seyreder. Eğer Cenâb-ı Hakka satmayıp belki nefis hesabına çalıştırsan, geçici, devamsız bazı güzellikleri, manzaraları seyirle şehvet ve heves-i nefsaniyeye bir kavvad derekesinde bir hizmetkâr olur. Eğer gözü, gözün Sâni-i Basîrine satsan ve Onun hesabına ve izni dairesinde çalıştırsan, o zaman şu göz, şu kitab-ı kebir-i kâinatın bir mütalâacısı ve şu âlemdeki mucizât-ı san'at-ı Rabbaniyenin bir seyircisi ve şu küre-i arz bahçesindeki rahmet çiçeklerinin mübarek bir arısı derecesine çıkar.
Meselâ dildeki kuvve-i zâikayı Fâtır-ı Hakîmine satmazsan, belki nefis hesabına, mide namına çalıştırsan, o vakit midenin tavlasına ve fabrikasına bir kapıcı derekesine iner, sukut eder. Eğer Rezzâk-ı Kerîme satsan, o zaman dildeki kuvve-i zâika, rahmet-i İlâhiye hazinelerinin bir nâzır-ı mâhiri ve kudret-i Samedâniye matbahlarının bir müfettiş-i şâkiri rütbesine çıkar.
İşte, ey akıl, dikkat et! Meş'um bir alet nerede, kâinat anahtarı nerede? Ey göz, güzel bak! Adi bir kavvad nerede, kütüphane-i İlâhînin mütefennin bir nâzırı nerede? Ve ey dil, iyi tat! Bir tavla kapıcısı ve bir fabrika yasakçısı nerede, hazine-i hassa-i rahmet nâzırı nerede?
Ve daha bunlar gibi b
aşka aletleri ve âzâları kıyas etsen anlarsın ki, hakikaten mü'min Cennete lâyık ve kâfir Cehenneme muvafık bir mahiyet kesb eder. Ve onların herbiri öyle bir kıymet almalarının sebebi, mü'min imanıyla Hâlıkının emanetini Onun namına ve izni dairesinde istimal etmesidir. Ve kâfir hıyanet edip nefs-i emmâre hesabına çalıştırmasıdır.
Dördüncü kâr: İnsan zayıftır; belâları çok. Fakirdir; ihtiyacı pek ziyade. Âcizdir; hayat yükü pek ağır. Eğer Kadîr-i Zülcelâle dayanıp tevekkül etmezse ve itimad edip teslim olmazsa, vicdanı daim azap içinde kalır. Semeresiz meşakkatler, elemler, teessüfler onu boğar. Ya sarhoş ya canavar eder.
Beşinci kâr: Bütün o âzâ ve aletlerin ibadeti ve tesbihâtı ve o yüksek ücretleri, en muhtaç olduğun bir zamanda Cennet yemişleri suretinde sana verileceğine, ehl-i zevk ve keşif ve ehl-i ihtisas ve müşahede ittifak etmişler.
İşte bu beş mertebe kârlı ticareti yapmazsan, şu kârlardan mahrumiyetten b
aşka, beş derece hasâret içinde hasârete düşeceksin.
Birinci hasâret: O kadar sevdiğin mal ve evlât ve perestiş ettiğin nefis ve hevâ ve meftun olduğun gençlik ve hayat zayi olup kaybolacak, senin elinden çıkacaklar. Fakat günahlarını, elemlerini sana bırakıp boynuna yükletecekler.
İkinci hasâret: Emanete hıyanet cezasını çekeceksin. Çünkü en kıymettar aletleri en kıymetsiz şeylerde sarf edip nefsine zulmettin.
Üçüncü hasâret: Bütün o kıymettar cihazât-ı insaniyeyi hayvanlıktan çok aşağı bir derekeye düşürüp hikmet-i İlâhiyeye iftira ve zulmettin.
Dördüncü hasâret: Acz ve fakrınla beraber, o pek ağır hayat yükünü zayıf beline yükleyip zevâl ve firak sillesi altında daim vâveylâ edeceksin.
Beşinci hasâret: Hayat-ı ebediye esasatını ve saadet-i uhreviye levazımatını tedarik etmek için verilen akıl, kalb, göz, dil gibi güzel hediye-i Rahmâniyeyi, Cehennem kapılarını sana açacak çirkin bir surete çevirmektir.
Şimdi satmaya bakacağız. Acaba o kadar ağır birşey midir ki, çokları satmaktan kaçıyorlar?
Yok, kat'a ve asla! Hiç öyle ağırlığı yoktur. Zira helâl dairesi geniştir, keyfe kâfi gelir. Harama girmeye hiç lüzum yoktur. Ferâiz-i İlâhiye ise hafiftir, azdır. Allah'a abd ve asker olmak öyle lezzetli bir şereftir ki, tarif edilmez. Vazife ise, yalnız bir asker gibi, Allah namına işlemeli, başlamalı. Ve Allah hesabıyla vermeli ve almalı. Ve izni ve kanunu dairesinde hareket etmeli, sükunet bulmalı. Kusur etse, istiğfar etmeli.
'Yâ Rab, kusurumuzu affet. Bizi kendine kul kabul et. Emanetini kabzetmek zamanına kadar bizi emanette emin kıl. Âmin†demeli ve Ona yalvarmalı.
Dipnotlar – Arapça İbareler – Haşiyeler :
1 : 'Allah mü'minlerden canlarını ve mallarını, karşılığında Cenneti onlara vermek suretiyle satın almıştır.†Tevbe Suresi, 9:111.
2 : 'Allah mü'minlerden canlarını ve mallarını, karşılığında Cenneti onlara vermek suretiyle satın almıştır.†Tevbe Suresi, 9:111.
Lügatler :
abd : kul
acz : âcizlik, güçsüzlük
âciz : güçsüz
âlâm-ı hazinane : hüzün veren elemler, acılar
âlem : dünya
âlem-i bekà : sonsuz ve kalıcı olan âhiret âlemi
âlem-i berzah : dünya ile âhiret arasındaki kabir âlemi
âli : yüce
âmin : Allahım kabul eyle
ayyaş : sarhoş
âzâ : organlar
batınî : iç, görünmeyen
bâkî : kalıcı, sürekli
batınî : iç, görünmeyen
bekà bulmak : kalıcı ve sürekli hâle gelmek
beyhude : boşuna
biçare : çaresiz
Cenâb-ı Hak : Hakkın ta kendisi olan şeref ve yücelik sahibi Allah
cihazât-ı insaniye : insanın cihazları, duyu ve organları
dağdağa : karışıklık, gürültü
dâim : devamlı, sürekli
daire-i hayat : hayat alanı
define : hazine, gizli servet
dereke : aşağı derece
deruhte etmek : yerine getirmek
ebedî : sonsuz
ehl-i ihtisas ve müşahede : görünmeyen âlemlere ait hakikatleri bizzat gözleyen ve bu konuda uzmanlaşan kimseler
ehl-i zevk ve keşif : iman hakikatleri kendilerine açılan ve bu hakikatlerin zevkine erişen kimseler
elem : acı, üzüntü
ehval-i muhavvifane : dehşetli korkular
emin : güvenilir
esasat : esaslar, temeller
Ezel-Ebed Sultanı : başlangıcı ve sonu olmayıp bütün zamanlara egemen olan Allah
fânî : geçici, ölümlü
ferman : buyruk
ferman-ı ahkem : sağlam esaslar içeren buyruk
fakr : fakirlik, ihtiyaç hali
fânî : geçici, ölümlü
fâsık : günahkâr
Fâtır-ı Hakîm : herşeyi hikmetle ve harika üstün sanatıyla yaratan Allah
fena bulmak : yok olmak
ferâiz-i İlâhiye : Allah'ın zorunlu kıldığı görevler, farzlar
firak : ayrılık
firavunlaşmak : kendisini ilâh seviyesine çıkaracak derecede büyük görmek
galiben : çoğunlukla
gıpta : özenme, hayranlık
giriftar : tutulmuş, yakalanmış
hakikat : gerçek, doğru
Hâlık : herşeyi yoktan yaratan Allah
haram : dinen yasaklanmış şey
has : özel
hasaret : zarar, ziyan
hasse : duyu, organ
hayat-ı ebediye : sonu olmayan, sonsuz hayat
hazine-i hassa-i rahmet nâzırı : İlahi rahmetin çok özel hazinelerinin gözlemcisi )
hediye-i Rahmâniye : sonsuz rahmet sahibi Allah'ın hediyesi
helâl : dinen yapılmasına ve yenmesine izin verilen şey
hevâ : kabiliyet ve duyguları nefsin yasak arzu ve isteklerinin emrine verme
hıyanet : ihanet, hainlik
hikmet : herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde olması
hikmet-i İlâhiye : Allah'ın hikmeti
hodbin : bencil, kibirli
ibkà etmek : kalıcı ve sürekli hale getirmek
iltifat : gönül okşayıcı güzel söz
inkılab etmek : dönüşmek
istiğfar : Allah'tan bağışlanma dileme
istimal etmek : kullanmak
itimad etmek : güvenmek
ittifak : birleşme, fikir birliği
iz'âç : sıkıntı, rahatsızlık
kabzetmek : almak
Kadîr-i Zülcelâl : sonsuz haşmet ve yücelik sahibi ve herşeye gücü yeten Allah
kâfi : yeterli
kâinat : evren, yaratılmış herşey
kâfir : inanmayan, inkâr eden
kat'a : kesinlikle, asla
kavvad : kötü ve çirkin işler için yol gösterici
Kayyum-u Bâki : sürekli hayat sahibi olan ve herşeyi her an ayakta tutan Allah
kemâl-i merhamet : merhametin mükemmelliği
kesb etmek : kazanmak
kıymettar : kıymetli, değerli
kitab-ı kebîr-i kainat : büyük kâinat kitabı
kıyas etmek : karşılaştırmak
kudret-i Samedaniye matbahları : rızıkların İlâhî kudretle olgunlaştırıldığı mutfaklar
Kur'ân-ı Hakîm : her âyet ve suresinde sayısız hikmet ve faydalar bulunan Kur'ân
kuvve-i zaika : tad almaduygusu
külfet : yük, ağırlık
küre-i arz : yerküre, dünya
kütüphane-i İlâhî : İlâhi kütüphane, kâinat
levâzımat : gerekli olan şeyler
lutuf : iyilik, ihsan, bağış
maaliftihar : iftiharla, memnuniyetle
mağrur : gururlu, kendini beğenmiş
mahiyet : özellik, nitelik
mahrum : yoksun
mahrumiyet : yoksun kalma
Mâlik-i Hakikî : herşeyin gerçek sahibi olan Allah
mâmelek : sahip olunan herşey
masârifât : giderler
matbah : kazan
mazhar olmak : erişmek
meftun : düşkün, tutkun, aşık
menfaat : yarar
merhametkâr : merhametli, şefkatli
mertebe : derece
meşakkat : güçlük, zorluk
meş'um : kötü, uğursuz
mîzan : tartı, ölçü
muacciz : sıkıcı, rahatsız edici
mu'cizât-ı san'at-ı Rabbaniye : Allah'ın san'at mucizeleri
muhafaza etmek : korumak
muharebe : savaş
munis : dost, canayakın
muvafık : layık, uygun
muzır : zararlı
mü'min : imanlı, Allah'a inanan
müfettiş-i şâkir : şükreden denetleyici
müheyyâ eden : hazırlayan
mülk : sahip olunan şey
mürşid-i Rabbânî : Allah'a yönelten yol gösterici
müstehak : layık
mütefennin : bilgili, fen ilimlerine sahip
müz'iç : sıkıntı veren
mütalaacı : etraflıca inceleyip düşünen
mütefennin : bilgili, fen ilimlerine sahip
nam : ad
nâzır : gözlemci
nâzır-ı mâhir : becerikli gözlemci
nefer : asker, er
nefis : kişinin kendisi; ruh, can, hayat, insanı daima kötülüğe, maddî zevk ve isteklere sevk eden kuvvet
nefs-i emmâre : insanı daima kötülüğe, yasak zevk ve isteklere teşvik eden duygu
nefs-i pürheves : heveslerinin peşinde koşan nefis
nihayetsiz : sonsuz
ömr-ü zail : geçici ömür
perestiş etmek : taparcasına sevmek
Rab : herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri veren, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulunduran Allah
rahmet : şefkat, merhamet
rahmet-i İlâhiye : Allah'ın rahmeti, şefkat ve merhameti
raiyet : halk
Resul-i Kerîm : Allah'ın çok şerefli ve değerli elçisi Hz. Muhammed (a.s.m.)
Rezzak-ı Kerim : bütün yaratılmışların rızıklarını veren ve pek büyük ikram sahibi olan Allah
saadet : mutluluk
saadet-i ebediye : sonsuz mutluluk
sadâ-yı Kur'ân : Kur'ân'ın sesi
sahib-i hakiki : gerçek sahip
Sâni-i Basîr : herşeyi gören ve sanatla yaratan Allah
sarf edilmek : harcanmak
sarf etmek : harcamak
semâvî : vahiyle gelen, İlâhî
semere : meyve, sonuç
sille : tokat, şamar
sukut etmek : düşmek
sükunet : sakinlik, rahatlık
suret : şekil, biçim
taciz : rahatsız etme
tasarruf etmek : dilediği gibi kullanmak
tavla : ahır
tebdil etmek : değiştirmek
tebeddül etmek : değişmek
tedarik etmek : elde etmek
teessüf : üzüntü, hayıflanma
temsilî : kıyaslamalı benzetme şeklinde, analojik
terhisat : askerliğin bitişiyle salıverilme
tesbihat : Allah'ı noksan sıfatlardan yüce tutan sözler
tevekkül etmek : Allah'a dayanmak ve güvenmek
tılsım : sır, gizem
ticaret-i azîme : büyük ticaret
varidat : gelirler
vaveyla : feryat
yaver-i asker : önemli, gözde asker
yaver-i ekrem : çok değerli, yüksek rütbeli memur
yümün : uğur, bereket
zahiren : görünüşte
zahirî : dış, görünen
Zât-ı Zülcelâl : sonsuz haşmet ve yücelik sahibi Zât, Allah
zayi : kayıp
zayi olmak : kaybolup gitmek
zelzele : sarsıntı, deprem
zevâl : gelip geçicilik
ziyadar : ışıklı
ziyade : çok